Bir kaç gün sonra yeni bir yıla adım atıyoruz. Epey zamandır bu köşede birlikteyiz ve genellikle her yılın sonunda ve her yeni yılın başında hem geçmiş yılı değerlendiren, hem de yeni yılda bizi nelerin beklediğine dair yazılar yazarız. Ancak bu yıl her zamankinden farklı bir yere dikkat çekmek istiyorum. 2015 yılı geldiğinde –doğal olarak- 1915’in üstünden 100 yıl geçmiş oluyor. Tabii ne var bunda diyebilirsiniz, aslında bir şey yok. Ben tarihçi değilim. Çanakkale Savaşları’nın öneminden veya Anadolu’daki Ermeni kırımından söz edecek, bunların tarihsel yansımalarını değerlendirecek halim yok.
Geçen yıl hatırlarsınız benzer şekilde Birinci Dünya Savaşı’nın 100’üncü yıldönümü vesilesiyle savaşın önemi, günümüze etkileri ve benzeri pek çok etkinlik yapılmıştı. Bu yıl ve önümüzdeki yıllarda da benzer etkinlikleri, değerlendirmeleri sıkça göreceğiz. Zira dünyanın geri kalanı için olduğu gibi, bizler için de büyük önemi olan Birinci Cihan Harbi 1914’de başlayıp, Osmanlı’nın sonunu getirecek şekilde 1918’de sonuçlansa da, bizim için savaşın sona erme tarihi 1922’nin Eylül ayını buluyor. Bu nedenle “100’üncü yıl” anmalarının ve değerlendirmelerinin bizim için yeni başladığını ve 2022 sonuna kadar süreceğini de hatırlatmak isterim.
Benim bu yüzüncü yıllar vesilesiyle değinmek istediğim konu, sormak istediğim soru ise başka. Kısaca söyleyeyim, “Yüz yıldır havanda su dövmekten kurtulabildik mi?”
Şimdi madem 2015’e giriyoruz, bir bakalım 1915’de dünyada siyasi manevralar, savaşlar ve katliamlar dışında neler olmuş?..
Einstein, Prusya Bilimler Akademisi’ne ilk kez “Alan Denklemleri”ni sundu. Alan Denklemleri, genel ve özel izafiyet teorisinin matematiksel açıklamasıydı. George Claude, neon lambasının patentini aldı. Alexander Graham Bell New York’tan 3 bin 400 mil ötedeki San Fransisco’daki eski asistanı Thomas Watson’ı arayarak AT&T şirketinin Amerika’da kurduğu kıtasal telefon ağının ilk denemesini yaptı. Henry Ford, 1908’de başladığı Model-T üretiminde 1915’e gelindiğinde bir milyonuncu otomobili banttan çıkardı. Alfred Wegener günümüzdeki dünya haritası öncesinde Pangea adlı son süper kıtanın varlığı iddiasını ilk kez öne sürdü. ABD’de bugünkü NASA’nın temelleri olan ilk uzay ve havacılık kurumu oluşturuldu. Yüksek sıcaklıklara dayanıklı ilk cam kap türü olan Pyrex camın patenti alındı ve piyasaya sürüldü. Plüton ilk kez fotoğraflandı. Japon Sharp şirketinin kurucusu Tokuji Hayakawa, bugün yaygın olarak kullandığımız mekanik kurşun kalemin patentini aldı. Edison telefon konuşmalarını kaydedebilen “Telescribe” adlı aracın patentini aldı. MIT mezunu dört genç; Herbert Kalmus, Daniel Frost Comstock ve W. Burton Westcott, sinemanın geleceğinin renkli filmlerde olduğunu görerek Technicolor şirketini kurdu.
Evet, bunların hepsi 1915’te olmuş. Bu listeyi daha da uzatmak mümkün. Üstelik doğrudan savaş ve silahla bağlantılı olan; gaz maskesi, tank, savaş uçağı gibi icatları da katmadan…
Bir de aynı yıl bu topraklarda neler konuşulduğunu neler yaşandığını bir düşünün. Herhalde bunları tekrarlamaya pek gerek yok. Ne icat çıkartacak ne de yenilik yapacak, ne de bunları konuşabilecek durumdaydık.
Bir de onyıllarca onyıllarca geriye gidin, her yıl bunlar gibi binlerce yeniliğin ortaya çıktığını düşünün. Savaş yılları da dahil, sonraki onyıllarda bu yenilikçilik hızının katlanarak arttığını da hesaba katın ve aynı onyıllar içinde yine bizi bir düşünün. Elbette bugünden bakıp 1915 Türkiye’sini yargılamak mümkün değil. Elde ne sermaye var, ne bilgi, ne de olanak. Daha kapitalizmin ne demek olduğu bile çözülememiş durumda. Hatta sonraki on yılların da hoş görülmesi gerekiyor. Eğitim düzeyinin yükselmesi, temel sanayi kollarının kurulması, altyapı yatırımlarının tamamlanması ve kapitalizmin ne olduğunu anlayacak ciddi bir zihniyet değişikliği için gereken yıllar…
Peki, aradan 100 yıl geçti, eğitim düzeyimiz yükseldi, sermayemiz oluştu, kapitalizmin ne olduğunu, yeniliğin ne anlama geldiğini anladık da ne oldu? İnovasyon konusunda 1915’ten pek de ileri bir noktada değiliz. Siyasi ve sosyal tartışmalarımıza, kavgalarımıza bakarsak bir arpa boyu yol kat edebilmiş de değiliz. Peki neden?
Bence huzur eksikliğinden!
Hani diyoruz ya hep, huzur olmazsa inovasyon olmaz. İşte demek istediğim; yüz yılda, koca koca plazalarımız, gökdelenlerimiz, rezidanslarımız oldu, ama bir türlü inovasyon yapacak huzurumuz olmadı. İnşallah 2015’de o da olur diyelim…