Yıl 2020…

Nesteren Şencan Görgülü

Küresel finans krizinin tüm dünyayı kasıp kavurduğu günlerde, bizim evde de en çok konuşulan konulardan birisi buydu. Hatta bir gün, hızımı alamayıp ilkokul ikinci sınıftaki kızıma “Bu kriz ne zaman bitecek biliyor musun?” diye bir soru dahi sormuştum. Bizim kız krizden haberdar da, ne zaman biteceğini kestiremiyor. “Ne zaman?” diye soruyor Ama tarih konusunda da çocuk sabırsızlığıyla yakın bir şeyler bekliyor. Ben derin bir iç geçirip “Sen liseye gittiğinde çocuğum” diyorum “yani, yani…” diye kekeliyor. “yani 2018 veya 2020 yılları” diye çok net bir cevap veriyorum.

Yani, harcamayalım, yatırım yapmayalım, nakitte kalalım tarzındaki savunma refleksleriyle, hala sürmekte olan küresel krizin üstesinden gelmek pek de mümkün gözükmüyor. Bu netliğim kahin olmam anlamına gelmiyor elbette. Biraz ekonomi, biraz da iktisat teorileriyle ilgilenenler, kapitalizmin bu döngüsel hareketlerinden benim kadar haberdar. İktisattaki “uzun dalgalar” teorisine göre, kapitalist sistem, 45- 60 yıllık bir döngüsel hareket sergiliyor. Rus iktisatçı Nikolay Kondratief tarafından ortaya atılan ve sonraki iktisatçılar tarafından da desteklenerek geliştirilen bu teoriye göre, kapitalizm; refah, durgunluk, buhran ve gelişme evrelerinin bulunduğu döngüler halinde gelişiyor. Ve maalesef, içinde bulunduğumuz dönem, 5. Kondratief dalgasının buhran dönemi. Buhrandan çıkış ve yeni bir dalganın büyümeyi işaret eden başlangıç tarihi ise kızımın lise yılları…

Birbirini besleyen ve birbirini takip eden gelişim evreleri, döngüsel hareketlerin karakteri olsa da, evrimci yaklaşımla bakıldığında hiçbir döngü ne doğada, ne de ekonomik sistemde birbirinin aynısı olmuyor. Canlı türlerindeki küçük ya da büyük değişimlerde olduğu gibi, ekonomik sistemin her büyüme evresi de, birbirinden farklı karakter özellikleri gösteriyor. Eskiden uzun dalgaları sadece ekonomik evrelerle açıklarken, işin içine artık sosyal ya da siyasal gelişmeleri katmadan sağlıklı değerlendirmeler yapmak da pek mümkün olmuyor.

Peki, mademki, her bir ekonomik döngünün toplumsal, siyasal ve ekonomik itici gücü birbirinden farklı, 2020 yılının mesela üretim ve tüketim kültürünün bugünkü gibi olacağını nasıl varsayabiliriz veya geleneksel üretim faktörleri olan emek ve sermaye arasındaki ilişkinin aynı şekilde devam edeceğini, ya da sermayenin bir diğer üretim faktörü olan doğal kaynaklarla olan ilişkisindeki aynı duyarsızlığın süreceğini?

Ben gelecekle ilgili umutlu olanların tarafındayım. Ne Maya takvimine, ne büyük savaşlara, ne de başka bir kıyamet teorisine inanıyorum. İçinde yaşadığımız; V, U ya da W gibi değişik şekillerde yorumlanan ekonomik krizin, insanlık alemi için büyük bir aydınlanmayla sona ereceğine dair hiçbir kuşku yok içimde.

İçimde taşıdığım umut, mensubu olduğum pazarlama camiasının ortaya koyduğu entelektüel üretimle de besleniyor. Çünkü dünyanın neresinde olursa olsun, ben ve tüm meslektaşlarım çocuklarımız ve yaşadığımız dünya için bir değer yaratmaktan, doğadaki kirlenme ve atığın yaşanabilirliğe zarar vermeyecek düzeyde tutulması gerektiğinden, rekabetin ve sürdürülebilirliğin aslında toplumda yaratılan katma değerin demokratik biçimde dağıtılmasıyla mümkün olabileceğinden bahsediyoruz.

Pazarlamayı, insanları birer tüketim robotu haline getirmek yerine, onların ruhlarını korumak ve geliştirmek amacına hizmet eden bir disiplin olarak görmek, hem hizmet verdiğimiz firmalar, hem de yaşadığımız dünya için kaçınılmaz ve vazgeçilmez bir yol olarak görülüyor.

Firmaların, kendilerini çevreleyen tüm alanlarla (müşteri, yakın çevre, ülke, dünya) ekolojik ilişkiler kurarak, tesadüflere bağlı olmayan ve sürekli tekrarlanabilir pazarlama başarıları elde edebilmesi için gerekli olan her şeyi konuşacağımız bu köşe, az önce bahsettiğim gerekçeler nedeniyle aslında bir pazarlama felsefesi dizisini oluşturacak.

Okumak, düşünmek, yazmak üzerine kurulu bu felsefi sürece yorumlarınızla katkılarınızı bekleyeceğim…