50 yıldan fazla bir süredir hayatımızda olan Fast Food akımı, bugün insanların giderek sağlıklı yaşama yönelmesiyle birlikte “Fast Good” adı verilen yeni bir pazara doğru evriliyor. Sağlıklı yaşamın öncüsü olan yüksek proteinli, tam tahıllı, kalsiyumlu, vitaminli ve mineralli yiyecekler bizi başladığımız yer olan doğal ve taze yiyeceklere yani aslında Fast Food’un tam tersi bir yöne yönlendiriyor. Gıda sektöründe büyük bir alan kaplayan Fast Food ise yerini ilk çıktığı zamandaki gibi “gerçek” malzemelerle hazırlanmış yiyeceklere bırakıyor. Peki, tüketiciler bu işe ne diyor? Nielsen’in 2015’te yaptığı araştırmaya göre Avrupa’daki insanların %79’u daha sağlıklı yemekler için daha fazla para ödemeye hazır. Tüketicilerin taleplerini hızlıca fark edip harekete geçen markalar da bugün organik, doğal yiyeceklerle beraber gelen “Fast Good” akımını destekleyerek bir parçası olmayı hedefliyor.
Dünyada halihazırda “Fast Good” akımını benimsemiş marka örnekleri ise şöyle:
McDonald’s 2014’te İngiltere’de başlattığı “My Burger” uygulamasını giderek dünyaya yaymaya başladı. İngiltere’den sonra Tayland ve Avusturya’da da denediği uygulamada müşteriler klasik McDonald’s menüsünün dışına çıkıp daha kaliteli “premium” malzemelerle kendi istedikleri hamburgeri hazırlayabiliyor. McDonald’s, bu uygulamayla sağlıksız “Fast-Food” zinciri imajını daha sağlıklı ve tarz bir restorana çevirmeyi hedefliyor.
Tokyo’da başlayıp tüm ülkeye yayılan, Japan Railway Company tarafından fonlanan bir yemek servisi olan “Delicious Supplement” hızlı akan hayatta Fast Food yiyeceklerle sağlıksız beslenme endişesinden doğmuş. Japonya’da giderek kitlesel hale gelip diğer şehirlere de yayılan bu yeni akım, temelde eksikliği çekebileceğimiz 4 besin üzerine kurulu. Bu sayede insanlar 2.2 milyonun üzerinde kombinasyonla tren istasyonlarındaki alanlardan kendine öğle yemeği alabiliyor.
Bunun dışında, benimsemeyi bir adım daha öteye götürüp iletişim stratejisini “Anti-Fast Food” olarak planlayan Fast Food markaları da var. Meksika mutfağını temel alan ve Amerika genelinde büyük bir paya sahip olan Fast Food markası Chipotle, 2013’ten beri ürünlerini yerel çiftliklerden gelen kaliteli malzemelerden hazırlayıp sürdürülebilir bir iş modeli benimsediğini duyuruyor. Chipotle, “Bir Aşk Hikayesi” isimli reklam filminde ise “dürüst yiyecek” satma konusundaki kararlılığına odaklanarak kendini diğer “Fast Food” markalarından ayrıştıran noktaları hatırlatıyor.
Kendini diğer “Fast Food” zincirlerinden farklı bir yerde gören başka bir marka ise yine Amerika’da çok yaygın olan Wendy’s. Açıldığı günden beri “taze” et servis ettiği vurgusunu yapan Wendy’s, bugün kendine inanmayan müşterileri olduğu düşüncesiyle iletişim stratejisi olarak dondurulmuş gıdalara adeta savaş açıyor. Öyle ki, mesajını olabildiğince fazla kişiye ulaştırmak için Amerika’nın en büyük spor karşılaşmasından biri olan Super Bowl’da “Soğuk Hava Deposu” adında 30 saniyelik bir reklam filmi gösterdi.
Sağlıklı yaşam, doğal besin ve dengeli beslenme trendi dünya çapında daha fazla yayıldıkça diğer markaların da bu trendin peşinden gitmesi ve belki de bir süre sonra “Fast Food”un başladığı yer olan -gerçek malzemelerle üretilmiş hızlı yiyecek- konseptine geri dönmesi kaçınılmaz olacak.