Geçtiğimiz hafta taksicilerin Uber’e karşı protesto eylemleri gerçekleştirdiklerini özellikle büyük şehirlerde yaşayanlar duymuş ya da görmüştür. Bu eylemler taksilerin arkasındaki “Emek hırsızı Uber’e karşı 9 Ekim’de ben de varım” yazılarıyla sosyal medyada da epey gündem yarattı. Bir çok sosyal medya kullanıcısı taksilerdeki bu yazıların fotoğraflarını hesaplarından paylaştı.
Şimdi “Eh ne güzel işte taksiciler eylem yapmış, toplum da bu eylemi paylaşmış, eylemin etkisi artmış” diyebilirsiniz tabii. Ama işin aslı öyle değil. Çünkü bunca paylaşıma rağmen sosyal medyada taksici eylemini destekleyen bir tek mesaja dahi rastlamadım. Rastladığım tüm paylaşımlar taksicilerin insanları nasıl kazıkladığı, nasıl tehlikeli araç kullandığı, nasıl müşteri seçtiği, kısa mesafeye nasıl burun kıvırdığı, uzun yoldan gitmek için nasıl türlü türlü bahaneler uydurduğuyla ilgiliydi. Elbette her meslek grubunda olduğu gibi taksiciler içinde işini iyi yapanlar da vardır kötü yapanla da. Öncelikle işini iyi yapanları tenzih ederek esas konuya geleyim… Evet, bir meslek grubu kendi hakkını hukukunu korumak için bir eyleme kalkışıyor ve toplumdan bu kadar büyük tepki görüyorsa sanırım orada bir durup düşünmek gerekir. Google’da “uber eylemi” diye arattığınızda ilk sırada karşınıza çıkan ekşi sözlük sayfasında anlatılanlar toplumun taksicilere karşı gösterdiği tepkinin nedenleriyle ilgili daha uzun ve ayrıntılı fikir verecektir.
Kısaca özetlemek gerekirse toplumun taksi ve Uber karşılaştırmasıyla ilgili genel fikri; taksilerin konforsuz, güvensiz, saygısız olduğu, verdikleri bu kötü hizmetle orantısız bir ücret aldıkları yönünde. Buna karşılık taksi yerine Uber kullananlar, hizmetin çok daha konforlu, güvenli, hizmeti verenlerin de müşteriye saygılı olduğunu düşünüyor. Kullanıcılar, aynı fonksiyona sahip iki hizmet arasında algıladıkları bu fark nedeniyle aradaki yüzde 10- 20’lik veya daha fazla maliyet farkını da ödemeye hazır olduklarını söylüyor…
Bu arada taksicilerin Uber’e karşı yürüttükleri eylemlerin Türkiye ile sınırlı olmadığı notunu da hemen düşelim. Londra’dan Madrid’e , Paris’ten Yeni Delhi’ye kadar dünyanın pek çok bölgesinde benzer sorunlar ve çekişmeler yaşanıyor. Ancak Türkiye’de taksi sisteminin işleyişiyle ilgili özellikle Avrupa ülkelerinden farklı sorunlar da bulunuyor. Örneğin Türkiye’de taksi şoförlüğü mesleğinin tamamen kontrolsüz olması bunların başında geliyor. Taksi sürücüsü olmak isteyenler; hiçbir sınava, kontrole tabi tutulmadan, çalıştıkları kentle ilgili hiçbir fikirleri olmadan işe başlayabiliyor. Bunun yanında sürücü davranışlarıyla ilgili hiçbir eğitim, ortak kural, alışkanlık, teamül vb. bulunmuyor. Bütün bunlar günümüz dünyasında taksi ulaşımını adeta “kerhen” tüketilen bir ürün haline getiriyor.
Diğer yandan yine Türkiye’ye özgü taksi plakası sistemi; işverenle çalışan ve işverenle müşteri arasındaki ilişkiyi tamamen ortadan kaldırdığı için hizmet kalitesinin sürekli düşmesine neden oluyor. Taksi hizmeti sanayi devrimi sonrası metropollerin oluşmasına paralel olarak 17‘nci yüzyıl başında Londra’da ortaya çıkıyor. Modern anlamda taksicilik ise 19’uncu yüzyılın sonundan başlayarak günümüze geliyor. Taksimetrenin icadı da aşağı yukarı aynı tarihlere denk geliyor. Yani taksicilik 120-130 yıldır çok da fazla değişime dönüşüme uğramadan günümüze ulaşan mesleklerden, aynı zamanda da hizmetlerden biri. Kentlerin yapısındaki değişmeler, toplu ulaşım ağlarındaki gelişmeler, nüfus artışı, trafik sorunu gibi değişen çevresel etkenlere rağmen verilen hizmetin niteliği çok da fazla değişmiş değil. Doğrusunu söylemek gerekirse bu kadar zaman içinde bu kadar az değişime uğrayan işkolu sayısı çok da fazla değil. Diğer yandan taksi, minibüs plakası sistemi Türkiye’de Osmanlı’dan kalan neredeyse tek “gedik” benzeri uygulama olarak varlığını sürdürüyor. Yani kısıtlı sayıda plakanın kent içinde taksi, dolmuş ve minibüs olarak çalışmasına izin veriliyor.
Sonuç olarak bu sınırlı sayıda plakanın değeri sürekli olarak artıyor. Bu artış plakaların belirli ellerde toplanmasına neden olurken plaka sahiplerini yapılan işin tamamen dışında bir tür rantiye haline getiriyor. Hal böyle olunca, plaka değeri sürekli artarken, toplumun aldığı hizmetin kalitesi sürekli düşüyor. Yani iş aslında başlangıçtaki, hizmeti sağlayan kişiye imtiyaz sağlama, işi güvenceye alma, hizmeti deneyimli kişilerle sınırlı tutarak kaliteyi belirli bir düzeyde tutma amacından tamamen çıkmış durumda. Uber’e karşı eylemlerin genellikle taksi plakası sahiplerinin ağırlıkta olduğu esnaf odası veya Taksi Sahipleri Derneği gibi kuruluşlar tarafından düzenlendiğini görüyoruz. Eylem çağrılarında da genellike “emek”, “emek hırsızlığı” gibi kavramlar öne çıkıyor. Hatta daha da ileri giderek Uber “Paralel” ilan ediliyor. Yalnız Türkiye’de değil bütün dünyada taksicilik faaliyetine rakip olarak Uber veya benzeri sistemlerin tüm engelleme çabalarına rağmen yerleşip kurumlaşmasının kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Zira dijitalleşmenin toplumsal yaşamda ve iş yapma biçimlerimizde bunca değişiklik yaratmasına rağmen taksilerin bundan nasibini almaması pek mümkün değil.
Taksicilik, ne müşteri beklentilerini karşılama açısından, ne hizmetin kalitesi açısından ne de Türkiye’deki plaka sistemi açısından sürdürülebilir bir iş değil gibi görünüyor. Plaka sahipliği sisteminin zaten büyük bir emek sömürüsüne neden olduğunu, Uber veya benzerlerinin daha büyük bir emek sömürüsü yaratmadığını da hepimiz biliyoruz. Sonuçta yapılması gereken şey dünyayı etkisi altına alan bir trende savaş açmak değil, bu trendin işimize nasıl yarar hale getirileceğine, vergi ve diğer yasal altyapının nasıl düzenleneceğine kafa yormak olmalı.