Yeni medya düzeni

Önceki yazımızda, 22 Ağustos’ta başlayacak internet filtreleme sisteminin erişim özgürlüğümüzü ciddi olarak tehdit ettiğini söylemiş, Çin ve İran örnekleriyle bu işin hangi noktalara varabileceğini anlatmıştık.

Hükümete yakın bazı köşe yazarları, halihazırda isteyen herkesin internette çocuklar ve gençler için istediği filtrelemeyi yapabileceğini, TTnet gibi servis sağlayıcıların çocuk paketi gibi uygulamalarının da zaten var olduğunu (bakınız: Nette Çocuk Var Hizmeti) gözardı ederek devlet tarafından getirilecek tek tip filtrelemeyi son derece normal ve olağan karşılıyor. Ancak önceki pazar günü sokaklara dökülen onbinlerce kişi, – internetle ilişkisi haber sitelerini okumak ve elektronik posta alıp vermekle sınırlı bu köşe yazarlarının aksine– ciddi bir sansür girişimiyle karşı karşıya bulunduklarının farkında olarak “sansüre hayır” dedi.

Şimdi gelelim asıl konumuza; İki hafta önce sözünü ettiğimiz, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Doç. Dr. Aslı Tunç ve gazeteci Zeynep Atikkan’ın birlikte kaleme aldığı “Blogdan al haberi” başlıklı kitapla, haberciliğin ve medyanın geleceği konusuna…

Tunç ve Atikkan’ın kitaplarında sözünü ettikleri iki önemli nokta var. Bunlardan birincisi internet ve onun ardından blogların ortaya çıkmasının, tıpkı yazının bulunması gibi, daha sonra da tıpkı Gutenberg’in matbaayı icat etmesi gibi, insan hayatını geri dönülemez biçimde değiştiren bir aşama olması. Fransız gazeteci Bernard Poulet bu durumu, “internet sadece bir teknoloji değil, aynı zamanda bir ideoloji. İnternet yeni bir dünya vizyonunu ve toplum projesini ortaya çıkarttığı için pek çok teknik inovasyondan farklı” sözleriyle anlatıyor. İnternetin ortaya çıkardığı yeni iletişim sistemi, yeni bir dili şekillendiriyor ve bu yeni dil de yeni bir var oluş biçimini, yeni bir kültürü ve ideolojiyi biçimlendiriyor.

Bu yeni kültür içinde en fazla sorgulanan aktörlerin başında da hiç kuşkusuz bir önceki kültürün kanaat belirleme ve rıza üretme mekanizmasının başında bulunmasıyla kendine ayrıcalıklı bir yer edinen “gazeteciler” geliyor. 19. ve 20. yüzyılların ifade özgürlüğü mücadelesinin bayraktarlığını yapan “basın“ın 20. yüzyıl sonunda kendi meşruiyetini sağlamlaştırma ve endüstriyel modelin bir parçası olma peşine düşen “Medya”ya dönüşmesi elbette gazeteciliğin sonunu hazırlayan en önemli etken. 20. yüzyılın burnu büyük, sayıları sınırlı kanaat önderi gazetecilerinin yerini bugün sınırsız sayıda blogcunun bu kadar kolay almasının ardında da elbette “medya”ya dönüşürken yaşanan güven kaybı yatıyor.

Tunç ve Atikkan “Gazetecilik şişik ego sultasından çıkıp özgüvenli insanların mesleği olmak zorunda” saptamasını yaparken, teknoloji yazarı Dan Gilmor‘un “Okurlarım benden daha fazla bilgi sahibi” sloganına atıfta bulunuyorlar. İnternet düşünürü Jay Rosen de gazeteciliğin esas misyonu olan “haber verme”nin nasıl “tabana yayılan bir faaliyet” haline geldiğini şu sözlerle anlatıyor:

“Gazetecilik beyin ameliyatı yapmak veya 747 Boeing kullanmak değildir. Profesyonel gazeteciler habere ulaşmayı, doğru soruları sormayı ve haberin unsurlarını biraraya getirmeyi bilirler. Ancak bunlar çok özel nitelikler değildir. Gerektiğinde sıradan vatandaşın doğru soruları sorabildiğine tanık oluyoruz.”

Sonuçta 20’nci yüzyıl medyasının kitlesel üretim ve kitlesel tüketime dayalı ekonomik modelinin çökmesi, bu düzeni ayakta tutan reklam ve ilan gelirlerini bir daha geri dönmemek üzere alıp götürürken yeni üretim ve tüketim düzenine uygun, alabildiğine bireyselleşen bir medya düzeni ortaya çıkıyor.

Ancak bu yeni düzende çok önemli bir noktanın halen aşılamadığını görüyoruz ki, bu bence kitabın ikinci önemli saptamasını oluşturuyor. Değişen medya düzeni ifade özgürlüğünün sınırlarını alabildiğince genişletse de, henüz kendi ticari modelini yaratabilmiş değil.

Gazete dergi gibi geleneksel mecralardan farklı olarak internet, içeriğin bedava paylaşıldığı ve paylaşılmaya da devam edildiği bir ortam. Gazete ve dergi okumayan internet kuşağının ciddi bir maliyetle üretilebilen haberlere, yorumlara, analizlere para ödemek gibi alışkanlığı yok.

Örneğin 2005’te içeriğini paralı hale getirmeyi deneyen The New York Times iki yıl sonra bundan vazgeçerken, medya devi Murdoch’ın 2010’da The Times ve The Sunday Times’ı paralı hale getirme girişimi de başarısızlıkla sonuçlandı. İnternet ve dijital medya düşünürü Clay Shirky bu durumu “Günümüzde bloglar yazıyı hava kadar bollaştırıyor ve değerini de havanın düzeyine çekiyor” sözleriyle özetliyor. Bolluğun yıkıcı etkisinin kıltıktan çok daha büyük olduğunu söyleyen Shirky, yaşanan bolluğun etkisiyle eski kurumların hızla stres altına girdiğini, ama bunların yerini alacak kültürel alternatiflerin de çok yavaş ortaya çıktığını ifade ediyor. Gazeteci ve blogcu Francis Pisani de eski zihniyeti internete taşımanın ve bu eksende ekonomik model arayışına girmenin doğru olmadığını söylüyor.

Sonuç olarak eski medya düzeni hızla yıkılırken, yeni kurumlar ve modeller bir o kadar yavaş ortaya çıkıyor. Kuşkusuz internette içeriğin adeta kaos denebilecek düzeyde bol olması gazeteciliğin ve gazetelerin ortadan kalkmasına neden olmayacak. İyi içeriğe ve iyi editoryal çalışmalara her zaman ihtiyaç olacak. Ancak bu iyi içeriğin varlığını sürdürebilmesi için yeni bir ekonomik modelin ortaya çıkması zorunlu. Salt reklama bağımlı bir içerik modeli bana göre yeterli ve doğru bir alternatif değil. Ancak model arayışının henüz başındayız ve bu yeni içerik üretim şeklini sürdürülebilir hale getirecek yeni fikirlerin ortaya çıkması kaçınılmaz.